Yok edilen medeniyetin bedeli
Hafta sonu İstanbul Boğaziçi Üniversitesi’nde Hrant Dink Vakfı, İstanbul Bilgi ve Sabancı Üniversitelerinin işbirliğiyle “Yok Edilen Medeniyet: Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet Dönemlerinde Gayrimüslim Varlığı” konulu toplantı gerçekleşti. Tema Ermeni, Rum, Süryanî ve Yahudi varlıklarını kapsıyordu. Bozulan düzenin zaman dilimi 1894-96 II. Abdülhamid dönemi Ermeni katliamından itibaren ve Cumhuriyet döneminde aynen devam ederek günümüze kadar uzanıyor. Nereden baksak yüz yılı aşkın bir düzensizlik ve bunun sonucunda ortaya çıkan şiddet, cinnet ve adaletsizlikler. Abdülhamid dönemini 1913-14 Ege Rumlarını kaçırtmak üzere tertip edilen pogromlar, kitlesel ölümlere yol açan Karadeniz Pontus pogromu, 1915 tehcir ve soykırımı, 1923 Ortodoks-Müslüman mübadelesi, 1934 Trakya pogromu, 1964 Rum sürgünü takip eder. Bu zaman zarfında Gayrimüslimlere çektirilen maddî ve manevî cefa inişli çıkışlı sürer.
Bozulan düzenin nedenlerini sıralarsak: 19. yüzyıl boyunca Kafkaslar ve Balkanlardan Anadolu’ya sığınan Müslüman toplulukların pastaya ortak olmaları, yüzyıl boyunca artan zorunlu konar-göçer iskânı, Sünnîlik temelinde gerçekleştirilen ulus inşasının gerektirdiği dinî temizlik, Tanzimat reformları sonucunda gelen Müslüman-Gayrimüslim eşitliği.
Yok edilen medeniyetin ardındaki insan boyutu muazzam. 1923’te Gayrimüslimden neredeyse arındırılmış nüfus 13 milyonken ortadan yok olan/edilen 1,5 milyon Ermeni ve 1,5 milyon Rum sözkonusu.
Toplantıda yok edilen medeniyetin iktisadî, siyasî, içtimaî ve kültürel boyutlarına değinildi. İktisadî ayağını özetlersek: Sanayide ve tarımda Gayrimüslimlerin tasfiyesi malî ve fizikî sermayenin el değiştirmesi, beşerî sermayenin de yok olması anlamına geldiği ölçüde Anadolu için muazzam bir yıkım ve çöküş demektir. Tekstil, ipekçilik, şarapçılık pekçok üretim kolu akamete uğrarken tarımdaki kadim bilgi birikimi de yok olup gider. Anadolu ile İstanbul arasındaki Bizans dönemine kadar giden mevsimsel zanaatkâr göçü de öyle. Anadolu ve İstanbul’un Gayrimüslim sanayici ve tüccarlarının yurtdışıyla yıllar boyunca inşa ettiği ekonomik ilişkiler de öyle.
Malî ve fizikî sermayenin el değiştirmesi gasp, müsadere ve talan yoluyla gerçekleşir. Yerel eşrafın (hâlâ kimler oldukları tam belli değildir) yanında esas devlet Gayrimüslim mallarına el koyar. Ne var ki bu el değiştirme beşerî sermayenin yokluğunda malî ve fizikî sermayenin eskisi gibi işletilmesini imkânsız kılar. Sonuçta, millî burjuvazi yaratacağım derken, o burjuvazi bir düğmeye basarak icat edilemeyeceğinden, elde rant üzerine kurulu çökmüş bir ekonomi kalır. Gayrimüslimlerin tasfiyesi bu anlamda dört dörtlük bir irrasyonaliteye işaret eder.
1850’lerden bu yana süren Gayrimüslim malı gaspı, müsaderesi ve talanının günümüze kadar gelen ve genel itibariyle sonuçsuz kalan bir iade ve tazminat boyutu da var.
Kültürel ve beşerî anlamda Gayrimüslim tasfiyesi en az iktisadî ve içtimaî ilişkilerde olduğu kadar yıkıcıdır. En somut, gözle görülür anlatımıysa her biri mimarî başeser olan ve sistematik olarak imha edilmiş binlerce yapıdır.
Toplantıda sunulan 27 tebliğ katılımcılara çok şey öğretti. Genç araştırmacıların varlığı her zaman olduğu gibi umudu yeşertti yine. Ama toplantı aynı zamanda ne kadar az şey bildiğimizi de gösterdi. Memleketteki kayıp hafızanın içini dolduracak ya da yüz küsur yıldır bunu ikame etmeye çalışan “resmî hafızanın” yerini alacak gerçeklere daha çok yol var. Makro ve mikro tarih çalışmalarındaki zafiyet öyle ki üzerine üniversitede dört yıllık tam zamanlı eğitim yapılabilir.
Son sözü, tarifsiz zulümler üzerine bina edilen Türkiye’nin üstündeki lâneti betimleyen şu Yağmurcuk Kuşu satırlarıyla rahmetli Yaşar Kemal’e bırakalım. “Annesi İsmail Ağa’ya şöyle öğütler: Bir de senden dileğim oğlum, o kasabaya gidersen, o Ermenilerden kalma evleri, tarlaları kabul etme. Sahibi kaçmış yuvada, öteki kuş barınamaz. Yuva bozanın yuvası olmaz. Zulüm tarlasında zulüm biter.”
Yazarın izniyle paylaşıldı.
Vía Erkan’s Field Diary http://ift.tt/1PLBKxb
Filed under: Uncategorized
No comments:
Post a Comment