Korkma!
Yalçın Küçük ile Doğu Perinçek’in geçen hafta canlı yayınlanan tarihi boğazlaşmasında, Yalçın Küçük şöyle bir iddia ortaya attı: “İstiklal Marşı Tevrat’tan çeviridir, hiçbir marş “Korkma!” diye başlamaz”. Söylerken ellerinin titremesi inanılırlığını arttırıyordu velakin bu topraklarda yaşayan insanlar, korkuyla terbiye edilmeye çalışılmışlardı marşın yazıldığı dönemden önce de sonra da. Milli Marşlarının bu telkinle başlaması şaşırtıcı değildi. Ve fakat ağır ellerini toprağa basıp “gayrık yeter!” demeyi bilmişlerdi.
Korkuyla terbiye edildiğimiz, tek iyi yanı o yıllarda ortaya çıkan ve ürünlerini hala dinlediğimiz pop furyası olan 90’larda özellikle kadın pop starların arasında yapay polemikler üretilir, sonra bu kızcağızlar bir büyükleri tarafından barıştırılır, bu ikili bir süre kardeş kardeş oynar, daha sonra reyting ve satış uğruna yeniden küstürülürdü. Erkek popçuların hiçbiri evlenmez, kız arkadaşlarını saklama ihtiyacı duyarlar, “bayan” hayranlarını üzmemek için dişi sinekle resim vermezlerdi. “Ben saksı değilim!” diye bağırmazdı kimseler ama 70’lerin pop starlarına siyaset meydanlarında pop şarkıların sözlerinin ne kadar manasız olduğu onaylatılır, nereye gidiyor bu gençlik diye ahlanıp vahlanılırdı.
Henüz, o birisi devirse de kalksak denilen, canlı yayında popçu barıştırma seanslarının bir benzerine dönüşen, yalancı bahar ortamı yaratıp çiçek açtıran, sonra ayaza çekip meyve veremeyen ve kendi pop starlarını yaratan meşhur çözüm masası kurulmamıştı. Reklam aşkları yalnızca popçular arasında oluyor, bir haftadan fazla da sürmediğinden kimse takılmıyordu. Anneler yine “bak bu çocuk çok efendi, kimseyle adı çıkmadı” diye Tarkan’ı göklere çıkarıyorlardı ki, Tarkan bir kokteylde çişinin geldiğini itiraf etti. Biz onun ihtiyacını söylemesine değil de, bizim gibi insan olduğunu itiraf etmesine mi bozulmuştuk?
Sonraları pop star benzeri siyasetçiler türedi. Konserlerinde kızların sutyenlerini sahneye fırlattıkları bebek yüzlü starların yerini bebekleştirilen siyasetçiler aldı. “Kocamı bırakır giderim” yazdı birileri onlar için. Her vekil bir celebrity oldu. İnsani ihtiyaçlarının olduğunu öğrenmek rahatsız etti ahaliyi. Öyle ki, herhangi bir 3. Kişiye karşı sorumluluğu olmayanların bile kasetleri piyasada rağbet gördü. Yok canım, tuvalete de mi gidiyorlarmış? Her iktidar alanı, kendi putunu, kendi pop starını yarattı. Sonra başkaları meşhur olunca unutulanlar oldu. Sosyal kabul çıtası kimi dinlemeyi, kimi takip etmeyi gerektiriyorsa o dinlendi, o takip edildi. Çevik kuvvet noktasına 50 metre kala patlatıldı bombalar, birkaç gün sonra sivil kayıplar da olduğu için özür dilendi. “Faşizmin karşısında herkes masum sivildir” şiarı hemen unutuldu. Ortamlarda yine sivillere yönelik bir eylem değildi dersin panpa.
80’li yıllarda siyah beyaz ekranlarda var olan tek televizyon olan TRT, kapanışında İstiklal Marşı’nı dinletirdi. Dedeler, babaanneler, o saatte hala uyumadılarsa torunlarını ayağa dikerlerdi. “Televizyonunuzu kapatmayı unutmayın” yazısıyla tamamlanırdı seremoni. İstikrar marşı, halayları, şenlikleri susturdu. Milli marşımız ağıt oldu. İstikrarlı bir biçimde ağladı analar. Yitip gittiler evlatlarının kemiklerine bile kavuşamadan, yerlerine başkaları oturdu. Televizyonumuzu biz kapatmıyoruz artık, yüksek yüksek tepelere kurulan evlerden birileri basıyor düğmeye ve yayın yasağı geliyor. Her akşam tartışma programlarında “ben saksı değilim” diyen birilerine engin görüşleri soruluyor. Esasen bu abilerin ve dahi ablaların lafın sahibinden farkları liyakatlerinin saksı olmaya yetmemesi. İlk gençlik şarkılarımızı söyleyenlerse birer birer biat etmekte. Giderken şarkılarımızı da götürmekteler.
Mehmet Akif Ersoy, “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” diye dile getirmiş marşla ilgili hislerini. Bir daha yazılır mı bilinmez, ama bir kez daha yazılsa yine “korkma!” diye başlar o marş. Bizim sokaklarımız hiç bu kadar boş olmamıştı. Rüyalarımızda bir sokak ortasında boş bir çocuk arabası. Biz bu bahar aşık olamayız. Bahar ekinoksuna uygun şarkılar listeleri yayınlandı bugün. Cemreler düştü birer birer. Bahar bir gün yine gelecek bu topraklara. Görüşmecimiz yeşil soğan gönderdiğinde anlayacağız biz belki baharın geldiğini, belki ilk gençlik şarkılarımız çalacak yine bir yerlerde. Sararacak, dökülecek zaman da geçecek elbette. Şimdi rafa kaldırdığımız kitapları yeniden okumanın, düşmüş kelimelerimizi yerden kaldırmanın, ırzına geçilmiş ömürlerimizi yeniden diriltmenin, yitirdiklerimizin anısını ciğerimizde duyarak başımızı dik tutmanın zamanıdır. Sen korkma Berkin, korkma Özgecan, korkma Ali İsmail, korkma Feyza, korkma Asya.
Vía Erkan’s Field Diary http://ift.tt/1MrhNLG
Filed under: Uncategorized
No comments:
Post a Comment